TRUMAN SHOW

1998 Yapımı,
Harika bir senaryoya sahip,
Jim Carrey’nin performansıyla daha da muhteşem hale gelmiş bir klasik diye düşünüyorum Truman Show için.

İlk seyrettiğimden beri hayatın bazı anlarında aklıma gelen ve “Acaba?” dedirten bir konuya sahip film. Dünyanın kendimiz etrafında döndüğünü hissettiğimiz anlarda aklımıza geliyor diye düşünüyorum.

19 Mart tarihinde Kitap Kulübünde bu filmi konuştuk. Çok da iyi yaptık, çünkü konuşulmayı, düşünülmeyi hak eden bir film.

Kısaca bahsedersek, doğumundan itibaren bir film setinde yaşayan Truman’ın hayatını seyrediyoruz filmde. 5000 tane kameranın olduğu, arkadaş, eş, aile, komşu dediklerinin tamamının oyunculardan oluştuğu bir adada, hayatım dediği film setinin tek gerçek kişisi olarak karşımızda duruyor Truman. Yalan bir dünyanın tek gerçekliği O. Tüm dünyanın televizyonlarının başına kilitlenip kendisini izlediğinden habersiz yaşamaya devam ediyor.

Mutlu, hayatının rutinine ayak uydurmuş biri olarak görüyoruz O’nu filmin başında. Hatta her sabah evden çıktığında yan evdeki komşularına söylediği,

“Günaydın! Olur ya belki sizi göremem; iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler!” sözü ve yüzündeki gülümsemesiyle içimizi açıyor.

Ama sahneler ilerledikçe yaşadığı rutin hayattan çıkma çabası artmaya başlıyor. Onun çabası arttıkça, hazırlanan kurguda hayatına devam etmesi için uygulanan baskı da artıyor. Düzenin dışına çıkmak her türlü hayatta insanı zorluyor galiba.

Bu büyük film setinin yaratıcısı ve yönetmeni Christof, baskının şeklini ve dozunu belirleyen isim. Yarattığı dünyanın devamlılığı için elinden geleni yapmaktan çekinmediğini görüyoruz. Filmde bir anlamda tanrıyı oynayan Cristof, Truman’ı yönetmenin en iyi yolunun “korkuları” olduğunu keşfetmiş durumda. Çocukluğundan itibaren ona bazı travmalar yaşatmaktan çekinmemiş; sudan korkması, uçaktan korkması, annesinin hastalığı gibi unsurlarla adadan ayrılmasının önüne büyük setler çekmeyi başarmış bir yaratıcı.

Truman’ın 30 yıllık hayatı boyunca belki de kendi dışında gördüğü tek gerçek kişi ise Lauran.
Lauren, kelime anlamı olarak “bilgelik” demek.
Truman ise true ve man kelimelerinin birleşiminden oluşuyor, gerçek adam anlamında.
Gerçek adamın bilgeliğe çekildiğini, uzun yıllar ona kavuşmaya çalıştığını izliyoruz film boyunca.

Truman Show izleyenlere, Platon’ın Mağara Alegorisini anımsatan bir film olmasıyla biliniyor. Bu alegoriye göre,

“Bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir ve başlarını sağa-sola çeviremezler, sadece karşılarındaki duvarı görebilirler. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar mağaranın girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görürler ve bunları gerçeklikleri olarak algılarlar.

Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek olmadığının farkına varır.  

Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir gerçeklik olduğuna inanmazlar.”

İşte filmde mağaranın sahteliğini fark eden ve dışarı çıkmak için çabalayan kişi Truman oluyor. Alegorinin belli bir kısmını izliyoruz filmde. Dışarı çıkış sonrası yaşananlar perdeye yansımıyor.

İnsanın gerçekliğine uyanabilmesi için kendi içinde verdiği savaş, uyanmak ve uyanmamak arasındaki git gelleri, gücünü toplaması ve bu istek belli bir seviyeye geldiğinde artık durdurulamaması gibi aşamalar çok güzel işlenmiş filmde. Ve bu filmden çıkarılacak bir cümlelik bir ilham olacaksa, o da:

“Yapmak istediğin şey için gerçekten kararlıysan, seni kimse durduramaz.” olacaktır.

Biz filmi konuşurken şunları da sorgulamaktan kendimizi alamadık;

Bir insanın hayatının kurgu malzemesi yapılması, manipüle edilmesi, sahte travmalar yaratılması karşısında insanlar sadece heyecanla ekrana kilitlenip seyrettiler. İtiraz eden belli bir grup dışında heyecanla izlenen bir televizyon show’u oldu konu.

İzleyenlerin çoğu neden bu duruma ses çıkarmamayı seçti?
Truman için üzülenler, sadece izlemeyi bırakarak O’nun kurgu hayatının bitmesine katkı sağlayabileceklerini neden algılayamadılar?
Onlar izledikleri için programın 30 yıldır sürdüğünü neden düşünemediler?

Peki bizler aslında onaylamadığımız neleri izliyoruz?
Acaba biz izlediğimiz için yapılmaya devam ediyor olabilirler mi?
Seyredip eleştiriyoruz zannettiklerimiz, aslında farkında olmadan desteklediğimiz şeyler mi oluyor?

Düşünmeye değer…

Sevgilerimle.
Senem Özkan
Mart 2024

FİLM BULUŞMASI

12 MART 2024-SALI
21:00-22:30
ZOOM

Kuru Otlar Üstüne
Nuri Bilge Ceylan

Film, ücra bir kasabada yaptığı zorunlu görevini tamamlayıp tayin olmayı bekleyen Samet öğretmenin hikayesini anlatıyor.

Cannes Film Festivali’nde Merve Dizdar’a En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandıran Kuru Otlar Üstüne,
En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo dahil dokuz dalda ödüle layık bulundu.

Film sohbetimize katılmak için DM kayıt olmanız yeterlidir.