KEDİLER

Haftada birkaç kere uğradığı arka sokaktaki kafedeydi yine. Kafenin sahibi Buse’nin yaptığı, favori tatlısı San Sebastian ve filtre kahvesi önünde halinden gayet memnundu. Yaklaşık 3 ay önce keşfetmişti burayı. İçerideki 5 masasıyla küçük bir dükkandı. Sıcacık görüntüsü ve mis gibi kahve kokusuyla, kısa sürede zaman geçirmeyi sevdiği bir mekan haline gelmişti. Güzel havalarda, içeriye göre daha geniş sayılan arka bahçede oturmayı tercih ediyordu. İki ağacın altına yerleştirilen birkaç masası, kedileri ve bir köpeğiyle bahçe de, en az içerisi kadar sevimliydi.

Bugün hava çok sıcak olmasa da güneşli olduğundan, bahçeyi tercih etmişti. Oturduğu masada kahvesini yudumlarken, az önce kısa süreliğine ona eşlik eden Buse’nin hikayelerini anlattığı iki yeni kediyi seyrediyordu.

Kedilerden biri yaklaşık üç aylık bir yavruydu. Siyah beyaz tüyleri, boncuk boncuk bakan meraklı gözleriyle etrafta koşturuyordu. Boş sandalyelere çıkıyor, hızla inip bir şey görmüş ve kovalıyormuşcasına ağaca doğru koşup tırmanmaya çalışıyor, düşerek yere iniyor, sonra tekrar başka bir yöne koşuyordu. Bitmek bilmez bir enerjisi vardı.

İkinci kedi ise daha büyük bir tekirdi. Ufaklık ne kadar hareketliyse, tekir bir o kadar yavaş ve ürkekti. Bunda yaşından çok, bir bacağının olmaması etkiliydi muhtemelen. İki kedi de veterinerde geçirdikleri bir aylık tedavi sürelerinin sonunda yeni evleri olan bu kafeye gelmişlerdi.

Ufaklığı gülümseyerek, tekiri acıyarak seyrediyordu Selin. Yavaş hareketlerle mama kabına ilerleyen tekir, yine aynı yavaşlıkla mamayı yemeye başladı. O anda az önce çıktığı sandalyeden hızla inen ufaklık, tekirin yanına gelerek mama kabı ile tekirin kafası arasından mamaya sızdı. Sanki birkaç saniye önce tok olan karnı bir anda acıkmış ve yemek sırasında öne geçmişti. Tekirin mamadan uzaklaşmasına üzülen Selin içeriye girip biraz kuru mama istedi ve aldığı bir avuç mamayı tekirin önüne koyarak, mağdur olana kendince yardım etti.

Hareketleri gibi yemek yemesi de hızlı olan ufaklık birkaç dakika sonra mamadan uzaklaşmıştı. Bir sonraki hedefi henüz yemeğe devam eden tekirdi. Koşarak yanına yaklaşıp sataşmaya başladığı kedi yine karnını doyuramamıştı. Ufaklıkla başa çıkmaya çalışıyor, fakat henüz dengesini tam sağlayamadığından sürekli yere yuvarlanıyordu. Uzaklaşıp sakin durmaya çalışırken ardı ardına diğerinin saldırılarına maruz kalıyordu. Onun bu halini gören Selin tekir için daha çok üzülmeye başlamıştı. Bir-iki kere oyun peşindeki ufaklığı ondan uzaklaştırmaya çalıştı.

Kısa süreliğine uzaklaşan yavru kedi, daha sonra büyük bir hızla tekirin yanına koşuyordu. Üstüne atlıyor, boynuna sarılıyor, çelme takar gibi, tek olan arka bacağına hamle yapıp onu sürekli yere düşürüyordu. Tekir o kadar ürkekti ki, boyca kendinden küçük olmasına rağmen ufaklığı uzaklaştıramıyordu. Selin onları seyrederken ürkek olanın yere yuvarlanmalarına o kadar üzülmüştü ki, bir pati atsa da aklı başına gelse şu yaramazın diye düşünmeye başladı. Tekire üzüntüyle başlayan duyguları, önce ufaklığa sinire, sonra kendini koruyamıyor diye tekire kızmaya evrildi. Her zaman huzur bulduğu kafe bugün ona iyi gelmemişti. Hızla hesabı ödeyip kahvesini bile bitirmeden çıktı oradan.

Uzaklaşırken, neden bu kadar sinir oldum ki diye düşündü içinden. Kendini anlamakta zorlandığı günlerden birindeydi muhtemelen.

         *     *    *

Bazen yaşadığımız duygulara anlam veremeyiz, tıpkı Selin’in o gün yaşadığı gibi. Duygularımız bizi ele geçirir ve sürükler. Aşırı tepki verdiğimizi en içlerde hissetsek de ipler bir kere duygulara kaptırılmıştır.

Selin üzgündü, sinirliydi. Ona göre seyrettiği olayda bir mağdur vardı. Tekir kedi güçsüzdü, kendini koruyamıyordu. Bunu görmemek imkansızdı, bir bacağı yoktu, tabii ki güçsüzdü, kurbandı. Kim bilir bacağını nasıl kaybetmişti, ne travmaları, korkuları vardı. Ürkekliği de bundandı zaten. Selin müdahale etmese yemek bile yiyemeyecekti. Tekirin mağdur olduğuna her hücresiyle inanıyordu.

Karşısındaki yavru ise, zorbaydı. Tekirin güçsüzlüğünü görüp kenara çekileceğine onu zorlamayı tercih ediyordu. Aynı düşüncesiz, empati yoksunu insanlar gibiydi. Gücü mağdura yettiğinden onunla uğraşıyor, diğer kedilere yaklaşmıyordu bile. Yavru olması da umurunda değildi Selin’in, nasıl ki bir insan 7’sinde neyse 70’inde de oysa, bu yavru da büyüdüğünde kesin aynı zorbalıkla devam edecekti hayatına. Kendinden güçlü olanların karşısında sesini çıkartmayacak, uslu uslu duracak, ama gücünün yettiğiyle karşılaşınca aslan kesilecekti.

Selin o gün duygularına kapılmak yerine olaya sadece seyirci olarak bakabilse, mağdur ve zorba yerine, güçlenmeye ihtiyacı olan ve güçlendirmeye çalışan diyecekti belki de bu iki kediye. Çünkü hayatın kuralıydı bu, öğretmen ve öğrenci her zaman karşılıklı gelirdi. Bir olayda öğretmen olan bir diğerinde öğrenci olabilirdi. Onun seyrettiği bu anda kendi aralarında tekir öğrenci, ufaklık öğretmendi işte. Selin açısından ise, o an fark edemese de her iki kedi de öğretmendi.

Mağdur olarak gördüğünün güçsüzlüğü tek bacağının olmamasındandı Selin’e göre. Ama yine en içeride biliyordu ki, konu tekirin kendini ve alanını koruyamamasıydı. Sağlıklı bir kedi olarak hayatta kalmak istiyorsa bunu öğrenmeye mecburdu. Yemeğini korumalıydı, vücudunu korumalıydı, enerjisini korumalıydı… Alanına sızmaya çalışanlara karşı güçlü durmayı öğrenmeliydi.

Selin’in duygularının bu kadar alt üst olmasının sebebi işte buydu. Çünkü onun da alanını korumayı öğrenmeye ihtiyacı vardı. Tarık’la ayrılmalarının üstünden 4 ay geçmişti. Henüz kendi mağdur, Tarık zorbaydı onun için. Tarık’a kızgındı.

Kedileri izlerken ufaklığa olan öfkesi, dakikalar içinde kendini koruyamadığı için tekire yönelmişti. Kendi tecrübesinde ise, aslında kızgın olduğunun Tarık değil de, kendini ve alanını koruyamayan Selin olduğunu anlaması ne kadar sürecekti, bilemiyoruz. Belki de bir dahaki gelişinde, güçlendiğini gördüğü tekir, onda bu bilginin ortaya çıkmasına yardım edecekti.

Senem Özkan
Aralık 2023

BEN YAPARIM…

 

Benim yaş grubum “kendi ayaklarının üstünde dur kızım” diye büyütülen bir jenerasyon. “Oku, çalış, her işini tek başına yapabil, ekonomik özgürlüğün olsun” lafları içimize işlemiş durumda.

Hatta bu nasihat o kadar kulağımızda ki, bunları yapmış olsak da yapamamışız gibi hissediyoruz ya da elimizden giderler diye ödümüz kopuyor. Bir kısmımız kendimizi bu vasıflarla tanımlar hale gelmiş durumdayız.

Mesela, hayali bir kahraman yaratalım sizle. Anne-babasının “aman kızım bir mesleğin olsun, çalış, paranı kazan, kimseye muhtaç olma” söylemleriyle büyümüş bir Filiz’imiz olsun.

Filiz ailesinin nasihatlerine harfiyen uymuş, güzel bir meslek edinmiş.  Ekonomik durumu iyi, kendi evinde yaşıyor. Hatta bir süredir bir kedisi var, keyifleri yerinde. Sonra bir gün Filiz aşık oluyor ve evleniyor. Artık Filiz, eşi ve kedisi aynı evi paylaşan yeni bir aile oluyorlar.

Filiz yeni ev düzenine alışmakta biraz zorlanıyor. Çünkü evde her şeyi tek başına yapmaya alışık. Bu işler ona zor bile gelmiyor.

O mutfakta yemek hazırlarken yanına gelip yardım etmek isteyen eşine “ben yapıyorum, yardıma gerek yok” diyor.

Eşi kedinin kumunu temizleyecek oluyor, Filiz “ben yaparım, sen bırak” diyor.

Beraber alışverişe gidiyorlar, eşi poşetleri taşıyacak, Filiz “ben taşıyorum, yardıma gerek yok” diyor.

Gerçekten de yardıma ihtiyacı yok, Filiz bunların hepsini tek başına yapabiliyor.

Atladığı nokta şu; tek başına yapabilme yeteneğine, gücüne sahipken de sorumluluklar paylaşılabilir. İşleri paylaşması bunları tek başına yapamadığı anlamına gelmiyor. Beraber yaşamanın güzelliği paylaşmak.

İhtiyacı olduğundan değil, sadece beraber yapmak için paylaşmak.

Ama Filiz paylaşırsa, tek başına yapma yetisini kaybedeceğini zannediyor. Tek başına ayaklarının üstünde durmayı belki de her gün ispatlaması gereken bir konu olarak görüyor.

Nasıl ki bisiklete binmeyi öğrenmiş biri artık bisiklete binmeyi biliyordur. Bisiklet sürmesi konusunda her gün bunu gösterip bir ispat yapmasına gerek yoktur. Öğrenmiştir ve konu kapanmıştır. Hayatının sonuna kadar aylarca, yıllarca bisiklete binmese de bisiklete binmeyi biliyorum diyebilir. Kendi ayaklarının üstünde durmak da benzerdir. Belli bir süre bunu yaptığınızda konu ispatlanmıştır ve ölene kadar her günü bu ispatla geçirmeye gerek yoktur.

“Ben bu işi tek başıma da yapabilirim ama seninle paylaşmak istiyorum” demek ortak hayat sürmenin gereğidir.

Ama maalesef bizler bu noktayı kaçırıp ilişkilerde her şeyi tek başımıza yapma çabasına girişebiliyoruz. Gelen yardım taleplerini reddediyoruz. Bir yerden sonra da doğal olarak yardım talebi gelmemeye başlıyor. Sonrasında “ben bunları neden tek yapıyorum” diyerek karşı tarafı suçlayabiliyoruz.

Eğer “neden beraber yapmıyoruz?” dedikleriniz varsa, tekrar düşünmekte fayda var…

Sevgilerimle.

Senem Özkan
Ocak 2024