TANRILAR OKULU – STEFANO D’ANNA

 

Life is as you dream it.
Hayat, onu hayal ettiğin gibidir.

Tanrılar Okulu Kitabı’nın kapağını açtığımızda bizi bu cümle karşılıyor…

Bu cümle, özellikle zor dönemlerden geçerken ya da dünyanın halinden, ekonomiden, adaletsizliklerden şikayet ederken çok da kabul edilesi gelmiyor insana.

“Nasıl yani böyle kötü bir ilişkiyi ben mi istedim?
Hasta olmak mıydı hayalim?
Ay sonunu getirememeyi seçmiş olamam” gibi itirazlar gayet anlaşılır tabi.

Ama kitabı önyargısız olarak, dünyayı bizden farklı algılayan birinden (kitaptaki Dreamer-Düşleyen-) tavsiyeler olarak okuyunca oldukça önemli noktalara değindiği fark ediliyor.

Yıllar önce içinde (bana göre) uçuk kaçık fikirler olan bir kitabı okurken yazarın şu cümleleri beni çok etkilemişti:
(Yaklaşık ifadelerle yazıyorum).
“Bu kitabın anlattıklarına inanmasanız da söylediği ufak uygulamaları deneyin.
Bir bilim adamı gibi yaklaşın ve deney yapın.
Doğruluklarını keşfederseniz kabul edersiniz.
Yanlış çıkarlarsa deney başarısız der, hayatınıza devam edersiniz” diyordu kitap.
İşte o günden sonra içinde uygulama olan kitaplara böyle yaklaşmayı denedim.
Ve ilginçtir ki, nasıl olduğunu hala pek anlamadığım ama başarılı sonuçlara ulaşan pek çok uygulama yaptım kendimce.

İşte belki de bu sebeple Stefano D’Anna’nın hayatın karmaşasında kaybolduğu bir dönemde karşısına çıkan Dreamer’ın öğrettiklerini uyguladığında yaşamında olan değişiklikler, yaşadıklarına şaşkınlığı, motivasyonunu kaybedip eski uyur gezer haline döndüğü zamanlarda yaşadığı aksaklıklar çok gerçekçi geldi.

İtalyan yazar Stefano D’Anna 2002 yılında yayınlamış kitabını. Türkçe çevirisi ise 2004 yılında yapılmış.

Kitapta yazarın gerçek hayat hikayesine şahitlik ediyoruz. Hepimizin dönem dönem yaşadığı, kendinden uzaklaşma ve otomatik yaşama kendini kaptırma zamanlarından birinde, karşısına çıkan Dreamer’ın rehberliğiyle yol alışını izliyoruz. D’anna bazen Dreamer’ın söylediklerini uyguluyor ve hayatında ciddi değişimler yaşıyor, bazense görüşmelerinin arası açıldıkça eski hayatına geri dönüyor. Tekrar hayatın içinde savruluyor. Kitap, yazarın bu geçişlerini o kadar güzel aktarmış ki okura.

Bunu bildiğinden zannediyorum, kitabın sonuna şöyle bir not eklemiş:

“Hayatımı tüm gerçekliğiyle yazdığım kitabımı okuyan herkes sonsuza dek benim arkadaşım olmuş demektir. Çünkü yaşadıklarımı en samimi şekilde paylaştığım kişilerdir artık.”

Evet arkadaşım gibi hissediyorum kendisini 🙂 Kitabın niyeti çalışıyor demek ki 🙂

Bilirsiniz insanın hayatına farklı dokunan kitaplar vardır, Tanrılar Okulu bunlardan biri oldu benim için. Yıllardır, farklı kaynaklardan okuduğum, dinlediğim, anlamaya çalıştığım pek çok konuyu bir arada anlatan; bol zaman harcanıp üzerinde düşünülmeyi hak eden bir kitap diyebilirim.

Bu yaz Storytel’den dinledim kitabı. Dinlemek isterseniz süresi 22 saat 21 dakika 🙂

Kitap okurken, kalemsiz yapamayan ve satırların altını çizmeye doyamayan ben, Storytel’i genelde roman tarzı kitapları dinlemek için kullanırdım. Ama bu kitapla durum biraz değişti. Şu an telefonumun notlarında Tanrılar Okulu’na ait uzunca bir dosya var. Beğendiğim, beni düşündüren, kitaptaki unutmak istemeyeceğim cümleleri bu dosyaya not aldım. Arada dönüp bakmak, hatırlamak hoşuma gidiyor 🙂

Yok ben kitaba dokunmalıyım derseniz, okunmayı bekleyen 443 sayfayla karşılaşacaksınız.

Bu sene, Kitap Kulübümüzün 5.yılında bu kitabı okumaya niyet ettim. Kitabı okumak, beraberce konuşmak, önerilerini hayatımızda uygulamak bizlere katkı sağlayacak diye düşünüyorum.

Bir süredir Kendini Bilmek konusunda okuyan ve çalışmaya çalışan biri olarak bu kitabın gücünü her cümlesinde hissettim.

Buraya kitaptan birkaç cümle de bırakmak istiyorum.

Eğer cümleler senin içinde de bir yerlere dokunursa kitap buluşmalarımıza bekleriz.

8 Ekim Salı ve sonrasında her Salı
21:00-22:30 arası Zoom’da olacağız.

Dünya, sen böyle olduğun için böyledir.
Dünya böyle olduğu için sen böyle değilsin.

Ajanda senin gibi kişiler için unutmaya yarar.
Kendini unutmaya.

Önce kral ol, krallık ardından gelecektir.

İnsanın sadece iki duygusu vardır, korku ve sevgi.
Bunlar kendi içinde birbirine zıt şeyler değildir. Sadece oluşun, farklı düzeylerindeki aynı gerçekliktir.
Korku, çürümüş sevgi,
Sevgi, yücelmiş korkudur.

Düşle, düşle, düşle.
Asla düşlemekten vazgeçme.
Gerçeklik arkasından gelecektir.

Sevgilerimle.
Senem Özkan
Eylül 2024

HAYIRLISI…

Cuma akşamı eve döndüğünde, elleri ve yüzü buz gibiydi. Bugün hava çok soğumuştu. Yarın da kar bekleniyordu. İçeri girdiğinde, kapıyı kilitleyip pazartesiye kadar hiç açmamaya kararlıydı. Gelirken markete uğrayıp ihtiyacı olan her şeyi almıştı. İçerisi sıcacıktı. Aldıklarını yerleştirirken demlenen çayını alıp televizyonun karşısındaki üçlü koltuğuna yerleşti. Üstüne polar battaniyesini aldı. Kışın ev sevdiği yanı, bu anlarıydı.

Evi, çok geniş sayılmayan bir 1+1’di. Kedisi Pamuk’la ikisine yetiyordu. O bu koltuğa her yayıldığında Pamuk da ayak ucuna yerleşirdi. Şu anda da kural bozulmamıştı.

Televizyonu açmak yerine dün okumaya başladığı Aylin Algun’un “Aslında Öyle Değil” kitabını eline aldı. Kitap, bir gün önce iş çıkışı uğradığı kitapçıda dolaşırken dikkatini çekmişti. Arka kapaktan anladığı, kitabın bir roman olduğuydu. Ayça ve Mehmet adlı çiftin hikayesiydi anlatılan. Toksik bir ilişki diyordu bu ilişki için. Son dönemde sık duyduğu bir kavramdı ama ne olduğuyla ilgili çok da bilgisi yoktu. Okumaya karar verdi ve aldı kitabı.

O gün kitabın sadece giriş bölümünü okuyabildi. Bu birkaç sayfadaki cümleler bile onu çok etkilemiş ve bütün gece kafasında dönmüştü. Toksik ilişki tarifi şöyle yapılmıştı bu sayfalarda:

İnsanın yakın ilişkisinde her geçen gün zehirlenmesi, zehirlendiğini de çoğu zaman fark edemediği bir dinamikte sürüklenmesi ve bu durumunu genelde “yoğun bir sevgi, aşk, vazgeçememe hali” gibi kelimelerle tanımlayarak içinden çıkılmaz bir hale düşmesi anlamına geliyor.    

Tanımda dikkatini çeken farklı ifadeler vardı. İlki; aşkın zehirlemesiydi.

Zehirli aşk kavramı, zehirli sarmaşığı düşündürdü ona. Aşk kelimesinin kökeninin, Arapça sarmaşık kelimesinden geldiğini duymuştu. Hatta biraz daha araştırınca, bazı kaynaklarda zehirli sarmaşıktan geldiğinin söylendiğini gördü. Aşk denilen şeyin zehirleyebilmesi çok da şaşırtıcı değildi bu durumda. Kelime anlamında bile bu zehrin ipucu vardı.

Tanımdaki ikinci dikkat çekici nokta, her gün zehirlenmek ve zehirlendiğini fark edememek kısmıydı. Bu Selin’e “Haşlanan Kurbağa Sendromu”nu hatırlattı.

Bu deney şöyle anlatılır:

Bir kurbağayı kaynayan bir suyun içine atarsanız, kurbağa kendini dışarı atar. Çünkü doğal olarak canı yanacaktır. Ama aynı kurbağayı soğuk suya koyar, sonra da suyu yavaş yavaş ısıtırsanız, kurbağa değişimi algılayamayacak ve duyarsız kalacaktır. Bu duyarsızlığının sonu ise ölü ve haşlanmış bir kurbağaya dönüşmesi olacaktır.”

Dünden beri bunu düşünüyordu. Yavaş yavaş zehirlenirken, zehirlendiğini fark edemediği durumları. Bir terslik olduğunu ona duyurmaya çalışan iç sesini bastırmaya çalışıp idare etme çabasını. Aman şimdi sorun çıkmasın, tadımız kaçmasın, ortam gerilmesin, yargılanmayayım, sorunlu görünmeyeyim gibi pek çok cümlenin arkasından gelen ve onu duruma uyumlanmaya iten hallerini.

Son dönemde işyerinde yaşadıkları da konuyu sorgular noktaya getirmişti onu muhtemelen. 6 ay önce, çalıştığı bölüme part time bir eleman alınmasına karar verilmişti. Yapılan iş görüşmeleri sonucu genç bir kızda karar kılınmış ve kız işe başlamıştı. Ama iki hafta sonunda, kendisine yaptırılan işlerin işe girerken anlatılanlardan farklı olması ve işyerinden çıkması gereken saatten daha geç çıkması beklendiğinden işten ayrılmıştı. Sonrasında gelen bir kişide de benzer bir durum yaşanmıştı. Ofisin genelde 35 ve üstü yaşlarda olan çalışanlarının ortak görüşü şuydu; “Yeni nesil şımarıktı. Onlar işe ilk girdiklerinde neler yaşamışlar, ama seslerini çıkarmayıp sabretmişlerdi. İş hayatı böyle bir şeydi. Bu gençler ne kadar da sabırsızdı.”

Selin yaşıtlarıyla aynı fikirde miydi bilmiyordu, kararsızdı. Belki de gençler onların yapamadığını yapıyor, bütün hayatlarını iş için yaşamak yerine kendilerine de zaman ayırabilecekleri işler istiyorlardı artık. Ve daha da önemlisi, bu isteklerinin peşinden gitmeye cesaret ediyorlardı. Selin, ebeveynlerinden defalarca duyduğu, “düzenli bir işin olsun, kendi ayaklarının üstünde dur, ekmek aslanın ağzında” gibi laflarla büyümüş ve çalışmazsa açlıktan öleceğini zannetmişti. Yeni nesil onunla aynı fikirde görünmüyordu.

Toksik ilişki kavramında gözüne çarpan diğer kısım ise, yaşanılanın “yoğun bir sevgi, aşk, vazgeçememe hali” olarak tanımlanmasıydı. Tarık’la ilişkisinde yaptığı tanım tam da buydu. Her sorunu birbirlerini çok sevdikleri için yaşadıklarına inanmıştı o dönemler. “Sevgi böyle bir şey olmamalı” sesi içinde hep olsa da, sesi bastırıp devam etmişti bu yoğun sevgiye.

Ayrıldıktan sonra yaşadığı rahatlama onu şaşırtmıştı ilk dönemler. Ne kadar huzursuz yaşadığını, özgüveninin yerle bir olduğunu anladığı günlerdeydi. Belki de bu sebeple tanım onu etkilemişti.

Anlattıklarını çok merak etse de bir gün önce aldığı kitabı o gün de okumaya başlayamadı. Hani bir eşiğe gelirsin de içeri girmen için sadece bir adım atman yeterlidir. Ama durursun orada, çünkü o adımı attığında bir şeylerin değişeceğinin farkındasındır. İşte tam buydu yaşadığı.

Televizyonu açmayı tercih etti. Yeni başlayan bir dizi duymuştu. Onu seyretmek daha cazip geldi. Diziyi seyrederken koltukta uyuyakaldı, kedisi Pamuk’la sabaha kadar sürecek derin uykusundaydı artık.

    *    *    *

Kitabı okumaya cesaret edemeyen Selin’e, O henüz bilmese de sistemin bir desteği olacaktı. Tek başına okumakta zorlanacağı kitabı, ertesi gün instagramda gördüğü ilan sonucu katılacağı bir kitap kulübünde, yeni tanıştığı insanlarla okuyacaktı. Okuyacak, düşünecek, dinleyecek, konuşacak, daha iyi kavrayacaktı. Aylardır sorduğu bazı soruların cevaplarını bulmasına yardım edecekti bu kitap.

Sistem sadece Selin’i değil, herkesi sürekli destekler. Bazen tesadüf denir yaşananlara, bazen mucize, bazense bu neden benim başıma geldi olur ağızdan çıkan. Ne dersek diyelim, sonunda iyi ki olmuş dediğimiz bir an gelir.

Günlük hayatta sık kullanılan “hayırlısı” lafının söylenme sebebi de budur. Hayırlısı, her zaman bizim iyi olarak düşündüğümüz seçenek değildir. Kişi için sonunda en faydalı olacak seçenektir. Yaşanırken sıkıntı verebilir, zorlayabilir ama sonunda kazançlı çıkılacaktır. Sistem anlık değil, uzun vadeli yapar planlarını. Oyunun sonunda hedefe ulaşılması tek pusulasıdır onun.

Not: Aylin Algun – Aslında Öyle Değil kitabıyla ilgili bilgi  https://senemozkan.com/aslinda-oyle-degil-aylin-algun/

Senem Özkan
Şubat 2024